Yaşam Alanı: Kolektif Bilincin Çağrısı
- Ayşegül Uzgur

- 5 Eyl
- 3 dakikada okunur
Ahi Evran ve Meslek Eğitiminde Uygulanan Metotlar, İnsan ve Meslek, Fütüvvet Ahlakı ve Eğitimi yazı dizisinin son basamağı olan Yaşam Alanı başlıklı yazımızla Ahilik, Fütüvvet, Ahlaki Eğitim, Ahilikte mesleki hayat ve yaşam boyu sürecek olan bu gelişimin bir kuram çatısı altında toplanmasını içeren yazı serimizi bitirmiş oluyoruz. İstedim ki meslek kavramının gerek tarihi süreçteki gerekse geçmişten günümüze dek süregelen sistematiğini alışagelmişin dışında farklı anahtar kavramlar üzerinden mahiyetini birlikte inceleyelim. Zira günümüzde bu kavram hak ettiği değeri görmemektedir. Amacım bu yazı serisi ile bir farkındalık uyandırmak ve aslında kavramların yalnızca insanın öz cevheri üzerinden şekillendiğine dikkat çekmekti. Maksadımın hasıl olmasını umut ederim.

Geçmişten günümüze kadar bilinen tüm toplumlar, belirli ahlakî kurallara sahip olmuştur. Bu kurallar, toplum içindeki davranışların ve düşüncelerin doğru ya da yanlış olarak sınıflandırılmasından ziyâde, topluma fayda sağlamaya yönelik bir bakış açısıyla uygulandığında, bireylerin uyumlu ve dengeli bir iletişim kurması ve erdemli bir yaşamın temellerinin atılması kaçınılmaz hale gelmiştir. Kişinin bireysel yaşamı, birlik ve bütünlük içinde tanzim edilebileceği gibi, toplumsal hayatın getirdiği roller de bu birlik ve bütünlüğü destekleyen unsurlar olarak ortaya çıkmaktadır. Toplumsal rollerin bütünlüğü kolektif bilinçten geçmektedir. Kolektif bilincin olmadığı alanda da baş köşede benmerkezci anlayış yerini alır. Oysa kolektif bilinç toplumu oluşturan bireylerin paylaştığı ortak inançlar, değerler, normlar ve duygular bütünüdür yani toplumsal birlikteliktir. Diyelim ki bireyin yaşam şartları bu durumun oluşmasını kaçınılmaz kılıyor ve birey bilişsel ve duyuşsal prosesini buraya entegre etmek zorunda kalıyor. O vakit bir düşünelim benmerkezci davranış toplumda bir zarûret olarak mı vuku buluyor yoksa bir zâfiyet olarak mı ortaya çıkıyor?
Ben’den Biz’e Yaşam Alanımız
Benmerkezci davranış, insan doğasının temelinde bulunan iki boyut arasında şekillenir, zarûret ve zâfiyet. Bir yandan bireyin varlığını sürdürmesi, kendi çıkarlarını koruması ve kimliğini inşa edebilmesi için benmerkezcilik doğal bir zarûrettir. Evrimsel ve psikolojik açıdan bakıldığında, bireyin kendini öncelemesi, yaşamını güvenceye almak ve kişisel bütünlüğünü sağlamak adına işlevsel bir yön taşır. Benmerkezcilik toplumsal düzeyde aşırıya kaçtığında, birey ortak değerleri yok sayıp yalnızca kendi menfaatlerini merkeze aldığında, bu durum artık bir zâfiyet haline gelir. Çünkü kolektif bilinç, bireylerin ortak inançlar ve değerler etrafında buluşmasıyla mümkündür. Toplumsal birlik, ancak bireyin kendi benliğini bu ortak şuurla uyumlu hale getirmesiyle korunabilir. İnsan fıtratı, karakteri ve kişiliğinin toplum içerisindeki konumu tam olarak bu sebepten önem arz etmektedir. Eğer bireyin toplum içinde kendini konumlandıracağı bir mesleği ve statüsü yoksa, kolektif bilinç içinde anlamlı bir yer edinememişse, benmerkezci davranış neredeyse kaçınılmaz olur. Çünkü birey, kendine bir kimlik ve değer atfedecek toplumsal dayanaklardan yoksundur; dolayısıyla kendini yalnızca kendi merkezinde kurmak zorunda kalır. Böyle bir durumda benmerkezcilik; hem zarûret olarak doğar hem de toplumsal uyum açısından bir zâfiyetin habercisi haline gelir. Bu zarûreti ortadan kaldıracak ve zâfiyetin önüne geçecek olan yegâne hal ise; sorumlu olma duygusunu hissetmekten geçmektedir. Sorumluluk bir erdemdir. Kişinin erdemli olma hali ile hareket etmesi; bireysel zarûretlerini dengede tutmasına, beşerî zâfiyetlerini de dizginlemesine olanak sağlar.

Ahlakî kurallar erdemli olma duygusunun kaybolmaması için vardır. Zîra duyguları yeşerten en müstesna kuvvet, Farabi’nin de ifade ettiği gibi: “insanın kendisi için en faydalı ve en soylu olan şeyi keşfetmeyi sağlayan fikrî kuvvet” tir. Fütüvvet ahlâkında, Ahilik’te mesleki hayatta ve bu bağlamdaki yazılarımızın amaç özeti de bu doğrultudadır. Toplumsal hayatta erdemin önemini vurgularken kastedilen; bireylerin hem kendi içinde hem de toplumla uyumlu bir yaşam sürmesine dikkat çekmektir. Toplumda barış ve huzurun ancak bu minvalde tesis edileceğinin ve bireylerin manevî gelişimi desteklenip, toplumsal dayanışmanın güçleneceğinin altını çizmektir. Yine bu usûlde gelişecek olan erdemli iktisadî hayattır yani bireyin toplumsal hayattaki rolleridir(sorumluluklarıdır). Seligman, erdemlerin yaşam alanına entegrasyonu neticesinde bireyin mutlu olacağını hatta mutluluğun ötesinde anlamlı bir hayata erişebilirliğin mümkün olduğunu ifade etmiştir. Çünkü insan yaşamı anlamlı kılmak için birtakım roller üstlenmek ile mükellef bir canlıdır. İnsan ancak bu rolleri üstlendiğinde, sorumluluk aldığında, gündelik hayattaki bağları kuvvetlenecektir. Fikrî kuvveti ve sorumluluktan gelen toplumsal bağ kuvvetini bir çizgide tutan anlam ise yaşam alanımız, alanlarımızdır. İçinde yaşadığımız dünyamızdır. Bizler eğer o dünyayı güzelleştirmek için sorumluluk almazsak, bizim için yaratılmış olan nimet-lerden mahrum kalmış oluruz.
Mahrumiyet, yoksunluktur. Bir olma duygusu varlıktır.
Bir olalım ki vâr olalım, bir olalım ki ben’den biz’e varalım..
Bir Başka Yazı Dizisinde Buluşmak Dileğiyle…



Yorumlar